Kasım 04, 2018

paylaşılan ve dönüşen hayatlar üzerine

kaliteli bir hayat enerjimizin ne kadarını, nasıl, kimlerle ve nerede kullanacağımıza hakim olmakla ilgili. bu enerjileri paylaşma biçimlerimiz ise bireysel ve kolektif yaşamlarımızda insana dair güzel olan şeylerin artmasına veya azalmasına sebep olmakta. 

ekmeğimizi, bilgimizi, öfkemizi, playlistimizi herkesle paylaşabiliriz. bu türden paylaşımların yaratacağı kayıplar, aslında hayırlı birer kazanç olarak yayılır.

ancak bazı şeyler paylaşıma kapalı oldukça özünü koruyabiliyor. örneğin bir aşk ilişkisini paylaşmak, sevgiliye verilecek tam enerjiyi, hele de sosyal medya kanalları ile daha da hızlı olmak üzere, dışarıya yayıyor. böylelikle tam bir odaklanma gerektiren aşk, gücünü ve etkisini azaltıyor. azalan aşkın yerini kişilerin imaj çalışmasına dönüşmüş ilişkiler alıyor.

aynı durum odaklanma, tutku, hayal gücü, maneviyat ve sadakat isteyen sanat ve ibadet gibi konular için de geçerli.

bu özel kalması gereken yaşam alanlarını paylaşıma açmış bir kimse içinse enerji yönetimi oldukça kontrolsüz oluyor.


***


ne olduysa odamı mor tonlarında boyadıktan sonra oldu...

en sevdiğim renk hâlâ sarı; ancak mordan sonra özel alanlarıma enerjimi daha doğru vermeye başladım. mor rengin derinlik kazanma ve gizeme dair bir algı oluşturduğu da sanırım doğru. bu güzelliklerle ve huzurla dolu bir süreç anlamına gelmiyor. bu, kaliteli bir hayatı yaşamak üzere karşılaşılmış bir rastlantı. çünkü yaşadığımız derin dönüşümlerin, enerji kullanma yeterliliğimiz üzerinde bir etkisi var. bu mor, o sarı, bu üzüntüler, arayış ve bekleyiş, körlük ve yeniden aydınlanma, dua, teslim, bu aşk ve yola koyulma; hepsi kadersel bir rastlantı.

Temmuz 08, 2017

muhtemel gereklilik

sevgiden daha yücesi 
güvenmek

güvenimiz kırılınca 
ki
bazen kırılması gereklidir

güvenme arzusuyla
sevdik

güvenimiz azalınca
ki
azalması muhtemeldir

Mayıs 28, 2017

bilmediğim yol | bildiğim arzu

geri dönüyorum.
çünkü içi kemirenler...

bir türlü aydınlanamayan, aydınlandığında tanımlanamayan yolun neresindeyim?
geri dönüyorum.
çünkü huzur çoktan terk etti. çünkü geri dönmem için ateşe düşmem gerekti.

bir türlü açıklanamayan, açıklandığında karşılanamayan arzunun neresindeyim?

Temmuz 25, 2013

meraktan

bazınız çok farklısınız.
nar gibi açıp bakmak istiyorum aklınızın tanelerine
sizin de beyniniz paralel evrenler havzası mı
sizin nedir delirmenizi son anda engelleyen mekanizmanız
tanelerin tadı aynı mıdır her narda
rengi farklı mıdır
nar kırmızısı var
nar kızılcası var
turuncu

bazınız çok haklısınız
yar gibi öpüp sarmak istiyorum aklınızın şerefine

Temmuz 16, 2013

olmasın mı şiir

hiç de sevmiyorum eskisi gibi
bir şiir yazsam nefret edeceğim
kendimden.
omuzlarım boynuma daha yakın şimdi

yazın devamı olmayacak
herkes kötü biliyorum
görmüyorum eskisi gibi
seni.

Mayıs 14, 2013

onca işin arasından...

insan 24 yaşına yaklaşırken sadece intikam hayalleri kuruyor. üzülmekten yorulmuş, üzmeyi öğreniyor. üzmeyi öğrenmiş, üzüyor. insan 14 yaşındaki salak saçması mutluluk hayallerini yaşatamadığından üzülmüyor bunca. günlük umutları, aylık, belki zamansız, sönünce bir duruyor. sonra sürekli intikam hayalleri kuruyor. 24 yaşında geçeceği kesin. güzel şeyler olacağı da kesin. oluyor.

Nisan 24, 2013

pat

romantizm yerini ifadesizliğe bırakıyor.

devam edebilmek için iletişim kurduğum herkesten yama yapıyorum. herkese benzemeye çalışıyorum.
en azından bahtsız bir romantiğim.
korktuğum da bir şey var,
dönüşmem gereken şey.

'çok' varsa insanın hayatında, 'çok' hep vardır.
çok üzüldüğüm için çok seviniyorum
ama bunların arasında yaşayıp da sıkılanlardan bir farkı yok sıkılmalarımın

nasıl oldu bilmiyorum
nasıl oldu?
dinlemekten yoruldum, yarısını dinlediğim söylenemez.
bir de hiç güvenmiyorum
geçmişten gelen nezaketen bir güvenme var da
nezaketen.

ben bu dünyaya bir çocuk
getirdim
kendi sevgime muhtacım
siz kendinizi sevdiğinizi mi sanıyorsunuz?
o zaman gülsenize hep.

düz kafalarınızı benden uzak tutun.
düz kafalarınıza benzemek zorunda kalacağım
çok düz kafalsınız
hiç de güvenmem aslında düz kafalarınıza
o çocuklarla anlaşamadı da çocuğum.
romantizim yerini değiştiriyor.

Şubat 20, 2013

arabesk

hayatımın en götten dönemi. tamam "en" demeyelim; ama "götten"den vazgeçemeyeceğim. hakkını vermek isterim böylesi bir durumun. şimdi; ben ne ara bu kadar boş bir insan oldum. boş mu desem, sarhoş mu..
daha çok uzay boşluğunda gibi. ne istediysem yönelemedim. ben seçemiyorum sanki; seçiliyorum. işte bu hayatımın en götten yanı. bana destek olan, bir benim şikayet mektuplarım var. şikayet hikayelerim. bir dolu sıkıntılar.
herhalde sevmiyor ailem beni ya da tanımıyor, diyorum. adım atmamı engellemek niyedir, diyorum. yol arıyorum; başka önermeler getiriyorum şu hâlimle ilgili. suç bende sever gibiyim, gel beni al da rahat edeyim, diyorum. anlatıyorum, fısıldıyorum, bağırıyorum. vazgeçiyorum.

***

insan yalan söylemeyi öğrenir mi? öğrenmezsem olmayacak, diyorum.
- çünkü ailenin seni anlamadıkları yaşı sen daha doğmadan önceymiş... 
ohoo..
kim olduğu hiç farketmez; insanlara karşı dürüst, güvenilir oldukça, hele de merhametli
gösteriye başlarlar, sahne önünde bin tür güç gösterisi.
koca filleri, aslanları, zehirli yılanları, ateş toplarını başınızın üzerinde taşıtırlar.
- egolarınızı şişirmeye geldim, hey!
son bilem kaç senedir, çocuksu unutkanlığımı kaybettikçe yaşadığım;
kalbimi açtığım insanların nankörlüğü, ihaneti, saygısızlığı, kırıcılığı, kıskançlığı
kötü olan bir şeyleri neşemi söndürmek için uğraştı
ama beni böyle büyüttüler, ben yalan söyleyemem.
ben hiçbirinizi kırmak da istemem.
rızanız yoksa yaşamak istemem.
çünkü ben siz gülerken, siz içerken, siz sevişirken, siz osururken
siz sizden zalimler için ağlarken
ağlarım.



edit gelsin: sevgülüyü tenzih ederim.

Ocak 05, 2013

"odanın penceresinden"



ben mutsuzsam, o da mutsuz.
oysa mutluluk ne nefret edilesi durum.
ulan her şey onun yüzünden. varlığı hiç düşmemeliydi us'a*
karanlıkta kaldık, aydınlatsa bizi
bizden olmayanlar!
odanın penceresinden.
benim gibi
ama değil.
bu nedir?







* bilge demiş "us" diye, iyi ki.

Aralık 27, 2012

uzak

insan, kibirinden kendini görmüyor. kendi, insan'a değer vermekten uzak bir düşüş'ün zirvesinde. çok uzağında kalıyor affetmek'in. affetmek, kendinden başlıyor; çok uzağındaki kendinden.

her sözden haberdar,
kendinden başka.

Kasım 25, 2012

lay lay lay

yok akıl. yok hayal. yokum.

"kimi kime anlatıyortum. patlamış bir balonum sanki."

Eylül 09, 2012

drama

meleklerin kanatlarını göremediği için benden daha akıllı olanlara sevgim, eşyalarımı sevmemden farksız kaldı. karşılıksız, unutulmaz, geçici.

ya da sadece farklıyız. farklı olmak tarif edilemez. yeni'den başka; alıştığım her şeyden daha güzel. al içinde yeşil, unutulmaz, geçici.

o yüzden diyemeyiz; kanatsız da sevenin mi, kanadı görmeyenin mi sevgisi âlâ.

Ağustos 25, 2012

tutarsızlar

öldükten sonra, gömülene kadar yaşamaya devam etti. o kadar devam etti ki, neredeyse unuttu herkes öldüğünü. güzel meşgaleler edindi, meşgale oldu.
oysa konuşmadan geçen birer saatler, koşuşturmacalarla geçen günlere yeğdi.
gerçekleştirilen beklentiler, bırakın karşısındakini, kendine bile zorla itiraf ettiği hayallerinin yerini tutmadı.
yolunu değil, kafasını değiştiren insanların yerine kimseyi koyamadı.
umudu bittikten sonra olanları değil, umutlarını özledi.
iki satır daha vardı, sildi.
iki satır daha yazdı.


Ağustos 14, 2012

aydınlanıyor yüzün beyaz

sabahın altısı serinliği

bir yaz sabahı altısında, kapısı açık balkondan sızan ışıkla gelen kuş sesleri, yüzünün karanlıkta kalan parçasına karışır.

vakti gelir, suretlerimiz birbirine bakar-uyur.

geleceğin anısını anmak sabahın ilk ışığında

şimdi, dün için ağlamak yerine önümüzdeki kış için beklenir.

sevmek nedir; bu soru aldı beni götürdü, satamadı getirdi...

sevmek serin ve uzak, sabahın ilk ışığında sevmek

bilinmezin derinliği

bir yaz sabahında -aydınlanıyor yüzün beyaz- seni sevmek'e karışır.

Published with Blogger-droid v2.0.6

Ağustos 10, 2012

sözde

konuşabildiklerimi yazamama durumu içerisindeyim. herkesle değil, kendimle konuştuklarımı... çünkü dil, gramer, biçem adı neyse, tüm bu estetik ve iletişsel kaygılar, anlatmak istediğim konunun bir parçasını yiyip bitirmekte.

kendimle değil, annemle konuşuyormuşum gibi görünüyorum. evde beni sabırla dinleyebilen tek kişi odur görünürde. fakat uzun yıllardır kendimle konuştuğumu biliyorum. sessizliğe boğulduğum saatlerde neden kaçtığımı da anlıyorum; çünkü düşünmeye başlıyorum -çok tehlikeli, pek çok tehlikeli-. bilgisayar, arkadaşlar, okul, yollar... beni sadece düşünmekten alıkoyuyorlar. sonra üretime geçmek niyetinde olduğumda, neden bir şey düşünemiyorum, neden eyleme geçemiyorum, işte en derinliklerime inip sorunun temelini bile buldum, fakat çözüme neden ulaşamıyorum diye baş ağrıları yaratıyorum kendi kendime. çözümüm için sessizliğe ihityacım olabilir.

yazıya dökemiyorum; ruhumun kendi kendine -görünürde beni tek dinleyen kimse olan anneme- defalarca kez ilkmişcesine keşfettiği gerçekliklerini dile getirişini. herkes birbirinin emrine amade, her üs sadece elindeki silahı altındakine doğrultabilmekte. birbirini korkutan, öfkelendiren, sindiren halkalardan demir oluyoruz. demiri suya atıyorlar, bir şeye "yarıyoruz".

başka birisi dinlemeye geldiğinde -ya da şans eseri duyduğunda- sözlerimi, korkum hemen sahneye çıkıyor. rolü büyük. bir korkağı, bir sümsüğü, bir hiçkimseyi oynamak konusundan benden daha iyi oyuncu bulamazsınız. kendime olan öfkem, hayakırıklığım beni sarsıp duruyor; öylesine çok sarsılıyorum ki, net hiçbir şey göremiyorum. hayatımda net olan bir şey yok diyorum; "sağlıklısın, ailen yanında, çok iyi bir okulda eğitimine devam ediyorsun, seni seven insanlar var", diye cevap veriyorsunuz. zaten bize de buna itaat etmek öğretilmedi mi? bu sayılanlara itaat edip, onların üstünlüğüne kanaat getirmek. ve böylece (sözde) "mutlu" olmak.

her düşünmemde, her bunalışımda, karşımdaki zayıf bir insan kendini kaybettiğini farkettiği için ufacık bir an, ağlıyor. oysa konuşurken, üzerek bilinçlendirme gibi bir niyetim yok. belki de insanları inandıkları, itaat etmeye mahkum edildikleri mutluluklarında bırakmak gerekiyor bir noktadan sonra; hele de yaşça büyük kimselerse. tıpkı çocukların henüz linç edilmemiş, işkencelerden geçip sürgünlere yollanmamış, ırzına geçilip öldürlmemiş kendi kaçış (burada bahsettiğim, yeni bir "itaat etme-mutlulaştırılma" sistemine geçiş evresinin; "alışmak" fiiilinin acısından kaçıştır), varoluş (en azından kendi hayalgücü sisteminde) umutları gibi; yaşlıların da sonradan alışageldiği -bir zamanın zorlu yenisi olan- itaatları, mutlulukları, huzurları aynı denli korunmaya, sakınılmaya aç.

böyle bakınca, hayat iki evreden oluşuyor gibi; topluma karışmadan önce (bir bütünün parçası olmadan önce) ve karıştıktan sonra evreleri. tamam, ben size uç kuruşluk bilgimle toplumbilimi yapacak değilim; bir bütüne parça olabilmenin -hele de farkındalıklarla dolu bir çaresizken- sancılarından bir seçmece yapıyorum. seçmece yapıyorum diyorum ya, bu sancı, konuya girmemi bile engelliyor. dahası dediğim gibi, kendime haykırdıklarımı yazamıyorum. üzerinde bir dolanıp, iki türkçemizi kullanıp sakinlemeye bakıyorum.

sessizliğin içinde düşüncelerim birbirini izlerken, birbirini çürütmye, birbirine saldırmaya, birbirini pohpohlamya koyulurken, kendime konuştuklarım belki sandığımdan çok daha azdı diyorum bir an. yazdıklarım ondan da az... okuyacaklarınız bundan da az... en iyisi, bu yazımı okumayın. eğer yazımı yayınlamazsam hiç düşünmemiş sayacağım kendimi, ama siz bu yazıyı okumayın, indandığınız aşkına. emin olun, siz yazımı okumayın diye bu uyarımı yazımın sonunda yaptım. zira, evvelden belirtseydim çok daha fazla okuyacaktınız.


Ağustos 03, 2012

ben korkak.




hakkında ne düşündüğümü bitince mi söyleyeceğim?
şimdi düşünmek yok, yaşamak var.
- düşünmeden yaşamak yok.
tadını tutturdum, tarifini bitince mi yazacağım?
şimdi düşünmekten kaçınabildiğim bir yaşamak var.
insan yerine konulduk
ya bunla tatmin olmasını bileceksin, ya da aynı cehenneme döneceksin bebek!

nereye varacağını göremeyeceğim. 
çünkü bu zaten sizin hikâyeniz.

Temmuz 22, 2012

kıskanmak

öyle kıskanıyorum ki
kendi ömrümden bir günü
belki de iki
zorlasam üç olur o ya
ben hiç öyle mutlu olamadım.
ah, içini bilmek isterdim
içinde yazar; o da öyle kıskanır mı
şimdi denemelerim yok değil.
yok, değil...

Temmuz 12, 2012

hakkımda hiçbir şey bilmiyorum

23 yıldan sonra şans gelecekmiş. rivayetini öptüğümün, aslında tek ihtiyacım olan kaşlarımı yukarı kaldırmamayı öğrenmek (3 numaralı bakışımı kastediyorum). 

bu sabah kahvaltısındaki psikolojik çıkarımım; anneciğimin, kardeşim ve ben çocukken gittiğimiz misafir evlerinde yiyip içeceklerimize karşımasının günümüzdeki yansıması olarak, sosyal ortamlarda kişisel bir kararsızlık eğiliminde olmamıza sebep olduğu yönündeydi. bu, sayılı birkaç şey arasındaki kararsızlık da değil; bu herhangi bir kararın net olarak olmayışı. çünkü her zaman, bizden daha iyi düşünecek, bizim adımıza düşünecek birilerinin oluşu; bizim karar verme fiilinden ehliyet almamamış olmamızın ta kendisi.

iyi değilim. bedenim sürekli diğer insanların emirlerini yerine getirmek üzere besleniyor, enerji depoluyor, temizleniyor, yağlanıyor, ballanıyor. eh, iyilik bunun neresinde? kendi başıma toprağın dibinde, toprağı yürümek istiyorum. bütün toprağı, onun yüzeye en yakın olan yerinden, içinden yürüyerek bitirmek istiyorum. nefes ve ışık değil, toprağın ta kendisi etimin ihtiyacı olan. toprağı bitirmeden üzerine çıkmak istemem. soluk almaya hakkım olamaz yerin dibini görmeden. yerin güzel toprağı gözüme dolmadan, göğe yükselmek de istemem, suya düşmek de. gözüm toprak gözü olmalı. sanki toprak beni temizleyecek.

hakkımda hiçbir şey bilmiyorum. kendimi özlüyorum, velev ki parkenin üzerinde hayal kurup resimler karalayan ufaklık benim evladımmış gibi. kendime duyduğum aşkla nefret arasında kimseye ihtiyacım yok. çok bağırdım, sesim kısıldı. bir de nefes alırken acıyor. hem de hiçbir şey güzel olmayacak. çünkü hayallerimden uzak.