Şubat 05, 2012

ben bana sohbetler

hayatın istediğimiz gibi gitmemesinin en sakin ve en transparan (burada transparanı çok net fark edilmeyen, geçici bir anlamda kullanmak istedim) örneklerini yaşamaya başladığım bir dilimine girdim hikâyemin. bir yerlere gidersiniz, kalabalıklar içindeki yalnızlık değildir mevzu da. oradasınızdır ama aslında orada değilsinizdir türevleriden bir seçme. yeni olana verilen tepkidir bu his yanılmıyorsam. bir insanla ilk kez görüşürsünüz, ardından o insanı defalarca kadrajınızda görürsünüz. tanıdığınızı düşündüğünüz insanlarla yeniden tanışırken bulursunuz kendinizi.
- neyin genellemesi bu ezgiciğim? kaç kimseyle paylaştın ki bu düşünceleri...
tamam; size böyle olursunuz, şöyle yaparsınız demeyeceğim. tamamen ben olayım öznesi.
bir takım deja vu'larım bir yana dursun; sürekli nedenleri, sonları, kimsenin söylemediği ama bildiklerini çözümlemeden dirileşemeyen hayat enerjim, kurgusuna dahil etmediği olaylar ve kişiler karşısında ne yöne ilerleyeceğini bilemiyor. bilmek zorunda mıdır?
işte sürekli olarak nedenleri, sonları ve kimsenin söylemediği ama bildiklerini çözümlemek, uyanık kalabilmemin formülü olduğunda, evet bilmek zorundadır.
böyle durumlarda, neydim ne oldum temalı jenerikler girerse araya şaşkınlığımı ve endişemi bir nebze sakinleştirebilirm diye umuyorum.
bir sene evvel bugünler;
- seni en çok üzen zamanı hatırladık sanki? oysa zihnim kötü anılarımı yok eder diye övünürdün...
çok ilginç bir şekilde uzunca bir satırı yazıp sildim az önce. sildikten sonra farkettim ne yazmaya çabaladığımı; iki sene evvelki bugünleri yazacaktım az kalsın.
zihinsel bir takım sorunlarım mı var yoksa benim silecekler yine olmadık yerleri mi temizlemeye başladı bilemedim...
pekâlâ, geri dönüyorum bir sene evvele; hiçbir şey bilmiyordum yine. bitirilmesi gereken işler ve bir takım özlemler içerisinde çocukluğuma devam ediyordum. hedefsizce birilerini bekliyordum. ilerledikçe zaman, bir düzeni olsun yaşayacaklarımın diye, nedenleri, sonları ve söylenmeyen bilinenleri hesaplayan, şaşıran ve endişelenen bir hâle bürünüyordum. bir vakit, büyük anlam arayan ruhum, anlamın yaygan kollarının biri içerisinde yüzüp kaybolmanın keyfine varıyordu.
- kötü senaryolar yazıyorsun ezgiciğim...
kötü senaryolar yazıyorum sanırım; tıpkı dünya hakkında bir şey bilmediğim zamanlarda dünya hakkında çizmek istediğim gibi. bir parça denemeler, olmayınca buruşturup kağıtları fırlatmalar süregeliyor. buruşturulup atılmış, yırtılmış, yakılmış veya tertemiz saklanmış... iz çıktıkça kağıtta olan olmuştur. dağınıklığım bile etki etmez, kaybetsem bile satırları yazdığımı oynuyorum.
bugün mevcut durumu ne denli iyi kavrayıp kavrayamadığımı da bilemiyorum. inşaası yeni başlayan bir yolun kenarından kenarından yokuş mu tırmanıyorum, sonunu göremeyip de birden bildiğim yola girmek üzere geri döneceğim; yoksa basit bir düzlemdeyim de -içinde yolların olmadığı- sırf yol olsun diye birbirine bağlanması gereken noktalar ve bir takım kenarlar mı çizmeye çalışıyorum?
- çok mu soru soruyorsun ne ezgiciğim... 
soru sormayı cevap almaktan daha çok sevdiğim bir gerçektir. sorarken keyif alabiliyorsam ölürken de pişman olmayacağıma inanıyorum. bu çok daha sorunsuz, sakin ve iyimser bir hayat tadı verecektir bana. öte yandan, nedenci, soncu ve söylenmeyeni bilmek isteyen sıkıntılı kimseden kaçamayacağımı da görüyorum. hem ürkütücü hem benim. hiçbir yer ve hiç kimse itmiyor henüz ve belki zemin bile kaymıyor.
karmaşalar, sadelikler, endişeler...
güç gösterisi değil niyetim, bilinçaltım yanık kek gibi zira. hem şaşırıp hem nasıl yaşıyorum diye şaşıyorum. bazen böyle garibiz.
- eh ezgiciğim, ne demişim zaten birkaç öncesinde;
  hacıyatmaz gibiyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder